AİHM’in, yazıları nedeniyle 3,4 yıl hapis yatan gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak hakkında verdiği hak ihlali kararının ne anlama geldiğini avukat Dr. Yaşar Demircioğlu değerlendirdi.
BOLD ANALİZ – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak hakkında verdiği hak ihlali kararı ne anlama geliyor? Ilıcak ne ile suçlandı, hangi gerekçelerle üç yıl hapis yattı, nasıl aklandı? AİHM’e başvuru süreci nasıl gelişti? Merkezi Berlin’de olan Human Rigts Defenders derneğinde görev yapan Av. Dr. Mustafa Yaşar Demircioğlu Bold için değerlendirdi:
YARGI KURUMLARINA YÜZÜNE VURULMUŞ AĞIR BİR TOKAT
“AİHM, 14.12.2021 tarihli kararıyla gazeteci Nazlı Ilıcak hakkında Türkiye Cumhuriyet organlarınca yürütülen yargılama faaliyetlerinin -ki buna Türk Anayasa Mahkemesi de dahil- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu yönünde karar vererek başvurucunun bin 197 gün boyunca tutuklu kalmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali olduğu yönünde karar verdi. Kararda ayrıca başvurucunun iletişim araçları ve medya organlarındaki yazı ve söylemlerine yönelik suçlamaların da ifade ve basın hürriyetine aykırı olduğu yönünde hüküm tesis etti.
Aslında bu karar; Türkiye’de darbe yargılamalarını yürüten Sulh Ceza Mahkemeleri, Ağır Ceza Mahkemeleri ve özellikle de Anayasa Mahkemesi’nin yüzüne vurulmuş ağır bir tokat niteliğinde olması bakımından önem taşımaktadır. Aynı zamanda Anayasa Mahkemesi üyeleri açısından yine bu karar bir utanç vesilesi olarak Türk hukuk dünyasındaki yerini almıştır. Türk yargıç ve mahkemelerinin yüzüne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından vurulan bu tokat, öyle inanıyorum ki bu kararlara imza atan hakim ve savcıların meslek hayatlarından sonra dahi tarih kitaplarında ibretle yad edilecek olaylar arasında yerini alacaktır.
Gerçi, iki üyesinin, somut hiçbir delil ve belge olmaksızın sadece sosyal çevre kriteri ile ihraç edilip daha sonra da tutuklanmalarına ve mahkum edilmelerine ses çıkarmayan Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin, evrensel yargı organları tarafından verilen bu kararlar çerçevesinde utanma duygularının kalıp kalmadığını sorgulamak da boş bir hayalden ibaret olsa gerektir.
AYM NE DEDİ, AİHM NE DEDİ?
Evet dün AİHM tarafından verilen ihlal kararından daha önce Anayasa Mahkemesi Nazlı Ilıcak hakkında 3 Mayıs 2019 tarihinde şu ifadelerle; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve ifade ve basın hürriyetinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştı.
“Başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu ve ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna varılmıştır.”
Gerçi, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan hakkında darbe çağrışımında bulunmak suçlaması ile İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonunda “darbeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırıldıkları hesaba katıldığında Anayasa Mahkemesi’nin, sayın savcı İrfan Fidan’dan çok daha adil ve merhametli olduğunu söylemek herhalde gerçekçi olacaktır.
Esasen milletimizin, kendi fantazi ve hayal dünyasındaki paranoyak fikirlerinden yola çıkarak eğlence ve mizah kültürüne yapmış olduğu katkılardan dolayı savcı İrfan Fidan’a büyük bir teşekkür borcu bulunmaktadır.
Aşağıda okuyacağınız tutuklama ve mahkumiyet gerekçeleri esasen hayal ürünü olmayıp bütünüyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, daha sonra Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atanan İrfan Fidan’a ait hukuki değerlendirmeler olup İrfan Fidan’ın katkılarıyla Patagonya isimli bir ülkede değil 21. yüzyıl Türkiye’sinde yaşanmıştır.
NAZLI ILICAK NE İLE SUÇLANIYORDU?
AİHM tarafından verilen karar hakkında hukuki değerlendirmelerde bulunmadan önce, Sulh Ceza Mahkemesi, Ağır Ceza Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi önündeki yargılamalarda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan tarafından hazırlanan iddianamede Nazlı Ilıcak’ın neyle suçlandığına bir göz atmakta fayda var.
Bu suçlamalar, 21. yüzyıl Türkiye’sinde bir gazetecinin tutuklanması, tutukluluğunun devamı, 1197 gün tutuklu kalması, önce ağırlaştırılmış müebbet cezası alması ardından Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin bozması sonucu “silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan tekrar yargılanarak İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 8 yıl 9 ay hapis cezasına dönüştürülmesine temel teşkil eden ve Aziz Nesin’in hikayelerini mumla aratan hukuki gerekçeler olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan’a yöneltilen suçlamalar şu şekilde idi:
1- Tartışma Programı Arasında “Yine Yeşillendi Fındık Dalları” Şarkısını Çaldırmak:
Evet yanlış duymadınız, Nazlı Ilıcak o kadar kripto o kadar gizli yetiştirilmiş bir cemaat üyesi idi ki, darbeden bir gün önce Can Erzincan TV’de Ahmet Altan ile yaptığı tartışma programında reklam arasında “Yine yeşillendi fındık dalları” şarkısını çaldırarak hem cemaat üyelerine gelecek güzel günlerin müjdesini vermekte hem de onlara umut ve cesaret aşılamakta idi.
GTA 5 şifresinden darbe parolası üreten, Falım sakızlarından çıkan günlük fallardan kripto mesaj trafiği üreten ATV-Sabah medyasının yargı organlarındaki karşılığı Uhud dağının okçusu AKP rejiminin hakim ve savcılarından da herhalde bu kadar derinlemesine analiz edilmiş bir savcılık iddianamesi ve mahkeme kararı beklenirdi.
2- Zekeriya Öz’e Kartopu Atmak:
Ağır Ceza Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’ne göre Nazlı Ilıcak’ın en büyük suçlarından bir tanesi de Cumhurbaşkanı’nın altına kendi şahsi makam arabasını tahsis ettiği ve ayağına aracılar gönderip 17/25 Aralık soruşturmasını kapattırmaya çalıştığı Zekeriya Öz ile röportaj yapıp onunla kartopu oynamasıdır.
Zira aslında azılı bir terör örgütü üyesi olan Zekeriya Öz, Nazlı Ilıcak’ın bu propaganda niteliğindeki faaliyeti ile masum gösterilmektedir. Üstelik Nazlı Ilıcak daha da ileri giderek “Öz’e hep taş atıyorlar. Ben de kartopu atayım dedim.” şeklinde söylemde bulunarak örgüt üyesinin faaliyetlerini meşrulaştırmaya çalışmıştır.
3- Darbeden Bir Gün Önce Subliminal Mesaj Vermek:
Subliminal mesaj ya da bilinçaltı mesaj; insanların bilinçaltlarını etkileyen, daha çok propaganda amaçlı kullanılan, toplumu ve kişileri yönlendiren ve daha çok başka şeylerin içine gizlenmiş olan, açıkça ifade edilmeksizin dolaylı ve gizli yollardan verilen mesajlardır.
Türk yargı organlarına göre darbeden bir gün önce Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan, 14 Temmuz 2016 tarihinde Can Erzincan TV’de yayımlanan “Özgür Düşünce” isimli programda topluma ve insanlara darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulunmuşlar; bu söylemler kapsamında Türkiye Cumhuriyetini ve Cumhurbaşkanı’nı tehdit etmişler, darbenin gerçekleşeceğini beyan etmişlerdir. Darbe girişimini terör örgütünce fikir ve eylem birliği içerisinde olmadan bilmelerinin mümkün olamayacağı düşünüldüğünde darbeden bir gün önce kamuoyu algısını şekillendirecek şekildeki bu subliminal mesajları ile terör örgütüne destek oldukları her türlü kuşkudan uzak bulunmaktadır.
Peki o programda ne demişler sayın Nazlı Ilcak ve Ahmet Altan:
“Devlet bunca senelik bir devlet, böyle bir gelenek sıfırlanamayacağına göre, bunun hesabı er geç sorulacak, hep soruldu ve maalesef bakın Tayyip Erdoğan çok iyi umutlarla ortaya çıkmıştı ama hep bu yaptığı olumsuzluklarla anılacak. Mesela Demokrat Parti dönemi deniliyor, Demokrat Parti dönemi üç tane gazeteciyi, tutuklandı diye ki Menderes kitlelere mal olmuş, sevilmiş bir adam olmasına rağmen, sürekli Menderes’ten bahsederken bu tahkikat komisyonu meselesi mutlaka ve mutlaka açılır. Yani bunlar…”
Hükümetin iddiasına göre Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan ile darbe girişiminde bulunan terör örgütü arasında, darbenin yapılacağına ilişkin bir mutabakat ve ilişki söz konusudur. Bu ilişki çerçevesinde zaten darbeden 1 gün önce televizyonda subliminal mesaj vermişlerdir.
Hükümete göre; darbe girişimini desteklemek veya seçilmiş bir hükümeti tehdit etmek hiçbir demokratik sistemde basın ve ifade özgürlüğünün kapsamına giremez. Dolayısıyla ilgililer, suçlandıkları suçu darbenin arkasında terör örgütünün askeri üyeleriyle birlikte işlemişlerdir.
Başka bir ifadeyle, darbeyi gerçekleştiren askeri örgütlenme ile Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan arasında bir ilişki söz konusu olup, bu ilişki çerçevesinde darbeden 1 gün önce, basın ve ifade hürriyetinin arkasına sığınılarak yayın organlarında terör örgütü lehine propaganda yapmışlardır.
Bir kişiye hukuk önünde hesap sorulacağının beyan edilmesi ve bu çerçevede ülkenin Cumhurbaşkanına da hukuk önünde hesap sorulabileceğinin hatırlatılması Cumhurbaşkanını tehdit olarak suç sayılmış ve terör örgütü üyeliğine delil gösterilmiştir. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu yıkım ve çöküş süreci ile birlikte ortaya çıkan uluslararası suçlar ve yolsuzluk olayları çerçevesinde gelinen noktada bu ifadelere ancak şapka çıkarılabilir ve herhalde “basiret ve feraset” kelimeleri ile ifade edilebilir.
4- Terör Örgütü Yayın Organlarında Çalışmak, Yazı Yazmak, Yayın Yapmak:
Terör örgütünün yayın organı olan veya yayın organı haline dönüşen bilahare 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan gazete, dergi ve televizyonların çalışanı ve köşe yazarı olmak. Terör örgütü ile bağlantılarının bulunduğu ve darbe girişimine iştirak ettikleri değerlendirilen Zaman, Today’s Zaman, Taraf, Bugün, Samanyolu TV, Can Erzincan TV gibi örgütün medya yapılanmasına dâhil olmak gibi eylemler de Nazlı Ilıcak’ın tutuklu kalması ve mahkum olması için Ağır Ceza Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından haklı gerekçeler olarak kabul edilmektedir.
Türk yargı makamlarına göre Nazlı Ilıcak; terör örgütünün basın ayağı olarak adlandırılan yapılanması içerisinde yer alan anılan gazete, dergi ve televizyonlarında örgüte bağlılık ve sadakat ilkesi çerçevesinde görevini ifa etmekte ve kamuoyunda 17/25 Aralık soruşturma dosyaları olarak bilinen silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme suçuna iştirak eden emniyet görevlilerini, yargı mensuplarını haberleştirerek örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyetleri yürütmekte ve nitekim kendi sosyal paylaşım sitelerinden de bu yönde paylaşımlarda bulunmaktadır. Hükümete muhalif olduğu düşünülen emniyet görevlileri ve yargı mensupları ile röportaj yapmak ve bunları sosyal medyadan paylaşmak Anayasa Mahkemesi’ne göre tutukluluk ve mahkumiyette haklı gerekçelerdir.
5- Darbeden 4 Yıl Önce 2012 Yılında Cemaat Hakkında Kitap Yazmak:
Nazlı Ilıcak’ın en büyük suçlarından biri de AKP teşkilatlarının, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, AKP milletvekillerinin yere göğe sığdıramadığı cemaat hakkında darbeden 4 yıl önce 2012 yılı ocak ayında “Her Taşın Altında ‘The Cemaat’ mi Var?” isimli kitap yazarak terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemler hususunda dezenformasyon faaliyetinde bulunmuştur.
Her ne kadar Gülen yapılanması hakkında 2014 ve 2016 yıllarında ilk defa MGK tarafından “legal görünümlü illegal yapılar” ifadesi kullanılsa ve tavsiye niteliğindeki bu kararlar ancak 2016 Mayıs ayında Bakanlar Kurulu tarafından da kabul edilse bile Nazlı Ilıcak, Milli Güvenlik Kurulu’nun dahi öngöremediği bir tarihte 2012 yılında bu hareket hakkında kitap yazarak terör örgütünün eylemlerini meşru göstermeye çalışmıştır.
6- Fethullah Gülen’in Darbeyi Kınayan Mesajını Sosyal Medya Hesaplarından Paylaşmak:
Nazlı Ilıcak’ın mahkumiyet kararı almasının en büyük delillerinden birisi de Gülen Hareketi lideri Fethullah Gülen’in darbeden hemen sonra İngiliz yayın organı Financial Times aracılığıyla darbeyi kınayan mesajını sosyal medya hesabından paylaşmak, evet sadece bir gazete haberini sosyal medyadan paylaşmak suç niteliğindedir ve cezalandırılması için yeterlidir.
7- KHK’lar ile Yapılan Kıyımlara “Cadı Avı” ifadesini kullanmak:
Nazlı Ilıcak’ın en büyük suçlarından biri de 15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilen Olağanüstü hal ve müteakibinde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler ile kamudan yapılan ihraçlar, el konulan mal varlıkları, kapatılan dernek, vakıf, sendika, üniversite vb. kurumlar hakkında “cadı avı” yürütüldüğü şeklinde sosyal medyada paylaşımlarda bulunmuştur. Anlaşılacağı üzere 15 Temmuz darbesi sonrası Nazlı Ilıcak korkup sinmemiş, saklanıp kaçmamış ve Bodrum’da 26 Temmuz 2016 tarihinde gözaltına alınacağı tarihe kadar sosyal medyada darbeyi sorgulayan ve alınan tedbirleri eleştiren paylaşımlarına devam etmiştir.
8- 15 Temmuz’da Sokağa Çıkan Vatandaşları Aşağılamak:
15 Temmuz darbe girişimi sonrası Nazlı Ilıcak sosyal medyada paylaşımlarda bulunmaya devam etmektedir. AKP iktidarını; İslamcı soslu faşizm bozuntusu bir rejim olarak tasvir eden Ilıcak; yargı makamlarına göre “Milletimiz gerçekten demokrasiye bağlı olsaydı, İslamcı soslu faşizm bozuntusu bir rejimin ülkeye çöreklenmesine izin vermezdi” şeklinde sosyal medya paylaşımda bulunarak darbe girişimine canı pahasına karşı çıkan ve sokağa inen halkı aşağılamış ve böylece terör örgütünün propagandası nitelikli birçok paylaşım yapmaya devam etmiştir. Bu ifadelerle 15 Temmuz gecesi sokağa çıkan vatandaşların ne şekilde aşağılandığı yargı organları tarafından herhalde niyet okuma yolu ile keşfedilmiş bir suç olarak karşımıza çıkmaktadır.
9- Nazlı Ilıcak Evinde Bulunan Bloknattaki “Medrese-i Yusufiye” yazısı:
Kahraman Türk polisimiz ve Uhud dağının okçusu hakim ve savcılarımızın Nazlı Ilıcak’ın tutuklanması ve terör örgütü üyeliğinden mahkum olmasında evinde yapılan aramalarda buldukları en önemli delillerden bir tanesi de bir bloknot içerisinde; MİT tırları, 17/25 soruşturması vb. güncel konular hakkındaki notlarla bloknotun bir sayfasında yazan “Medrese-i Yusufiye” yazısı idi.
Zira bu ifade Bediüzzaman’dan itibaren Nur talebelerinin kullandığı jargonlardan bir tanesi idi ve cemaate mahsus bir ifade idi. Ancak cemaat üyeleri tarafından bilinen teknik bir kelime idi. Nazlı Ilıcak’ın gazeteci olarak tuttuğu bloknatta yer alan “Medrese-i Yusufiye” ifadesi, onun cemaat üyesi olduğunun en büyük delili idi. Bu ülkede binlerce insanın evinde bulunan 1 dolar banknot nedeniyle hapis cezasına mahkum edildiği düşünüldüğünde, Türkiye şartlarında Medrese-i Yusufiye ifadesinden terör örgütü üyeliğine delil çıkarmak da Türk yargısının en büyük başarıları arasında böylece yerini almış oldu.
10- En Önemli Tanık Nurettin Veren:
Nazlı Ilıcak’ın dosyasında aleyhinde beyanda bulunan en önemli tanık ise Nurettin Veren. Cemaat içerisinde üst düzey yöneticilik yapan Nurettin Veren’in tanık olarak alınan 24 Ekim 2016 tarihli ifadesinde; cemaatin medya yapılanmasının en güçlü kişisinin Alaattin Kaya olduğu, başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım medya mensubu ile Fethullah Gülen arasındaki ilişkinin bu kişi/kişiler tarafından sağlandığı ve söz konusu medya mensuplarının Alaattin Kaya ile sık sık görüştükleri ileri sürülmüş ve Nurettin Veren’in bu ifadesi de Nazlı Ilıcak’ın tutuklanması ve mahkumiyet kararı almasındaki en önemli deliller arasında sayılmıştır.
11- 17/25 Aralık Operasyonlarını Hükümete Darbe Olarak Görmemek:
Nazlı Ilıcak’ın tutuklanması ve müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasında en önemli gerekçelerden bir tanesi de kendisinin darbe öncesi ve sonrasında ısrarla 17/25 Aralık operasyonlarını hükümete darbe olarak kabul etmemek ve yolsuzluk operasyonu olduğu yönünde ısrar etmek olmuştur. Hatta darbeden 1 gün sonra sosyal medyadan yapmış olduğu paylaşımda 17/25 Aralık’ı kastederek; ‘Yolsuzluk operasyonu darbe girişimi değildi. Darbe girişimini bu akşam yaşadık. Aradaki farkı gördünüz mü?’ şeklindeki paylaşımı suç delili kabul edilmiş ve 17/25’in hükümete darbe girişimi olduğuna yönelik hükümet söyleminin ısrarlı reddi yine Uhud dağının okçusu olan İrfan Fidan tarafından müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmak için yeter gerekçe kabul edilmiştir.
12- Nazlı Ilıcak’ın “Askeri Darbe” yerine “Askeri Cunta” iddiasının özelliği ve hukuki nitelendirmedeki inceliği nedir?
Hayatında pek çok darbeye şahit olan Nazlı Ilıcak’ın 15 Temmuz süreci ile ilgili olarak en önemli iddiası ise bu eylemin bir askeri darbe değil kısmî nitelikli askeri bir isyan veya cunta hareketi olduğuna yönelik iddiadır. Bu iddia, bugün gelinen noktada Deva Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu’nun iddialarının yaklaşık 6 yıl önce iddia edilmiş şeklidir. Zira askeri cunta; ordu içerisinde emir komuta zinciri içerisinde hiyerarşik olarak tüm ordu mensuplarının katılımı ile yapılabileceği gibi, sadece belli bir grup askerin katılımı ile yapılan yani ordunun tamamının katılmadığı cunta hareketleri de bulunmaktadır. Nazlı Ilıcak yargılandığı davada, bu askeri girişimin emir komuta zinciri içerisinde tüm ordu mensuplarının katıldığı bir askeri darbe olarak nitelenemeyeceği, ancak belli bir sayıda örgütlenmiş subayların organize ettiği dar kapsamlı bir isyan veya cunta hareketi olarak nitelendirmesidir. Nazlı Ilıcak beyanında şunları söylüyordu:
“Bunu açıkça söyleyeyim bir darbe olarak görmedim, …birileri bana söyledi, böyle hareketler var köprüyü kapatmışlar diye, televizyonu açtım bir tweet attım, dedim ki; ‘bu bir darbe değil, bu bir isyandır’, aynı Talat Aydemir olayı gibidir, sonu hüsrandır, zavallı memleketim dedim ve ondan sonra bu tweetlere devam ettim, Meclis’i bombaladıklarında veyahut CNN baskınında burada tavrımı ortaya koydum bunun son derece yanlış olduğunu, bu benim yapım itibariyle ben her zaman darbelere karşı olmuş bir insanım…
Eğer Nazlı Ilıcak’ın hukuki değerlendirmelerinde olduğu gibi bu olay, aynen yaşandığı şekli ile cemaatin terör örgütü ilan edileceği ve yüzbinlerce asker ve sivil diğer insanların da dahil edilecegi bir askeri darbe yerine ordu içerisinde bir cuntanın kalkışması olarak takip edilip cezalandırılabilse idi, bugün yaşadığımız bu büyük yıkımın hiçbiri yaşanmayacak ve bu kadar mağduriyet de ortaya çıkmayacaktı.
Zira Mustafa Yeneroğlu’nun da ortaya koyduğu gibi yüzbinlerce mensubu olan Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde sadece sayıları 4000 veya 5000’i geçmeyen rütbeli subay o akşam kışlasından dışarı çıkmış olup, bu sayıya mahrem imamların da dahil edilmesi halinde bile yargılanmaları gereken kişi sayısı 6 veya 7 bin kişiyi geçmemektedir.
Bu ikisi arasındaki hukuki ayrım, yani kalkışma gecesi olaya karışan ve şiddet kullanan kişilerin yargılanması yerine veya bu kişilerle sınırlı bir kalkışmayı önlemek yerine olayın beklenmesi, olayın daha da karmaşık bir hal alacak şekilde topluma yayılmaya çalışılması, sivil halkın olayların içine çekilmesi, hatta öğlen saat 15.00’te MİT’e gelen ihbar ile öğrenilen bu kalkışmanın, Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilebilecek tek bir talimatla kışlalarından kimsenin hareket etmeyeceği şeklinde bir emirle önlenebilecek iken olayın gizlenerek akşam saatlerine kadar beklenmesi ve cemaatin bu kumpasa çekilmesi ile ortaya çıkan sonuç; Nazlı Ilıcak’ın “askeri darbe” mi yoksa “dar kapsamlı bir kalkışma mı” şeklindeki beyanlarının ne kadar önemli olduğunu da ortaya koymaktadır.
13- Yurt dışına kaçma yalanı:
Nazlı Ilıcak hakkında o dönem medya manipülasyonu ve menfi propagandaya yönelik en büyük yalanlardan biri de yurt dışına kaçmaya çalışırken Bodrum’da yakalandığı yalanıdır. Nazlı Ilıcak’ın Bodrum’da yazlığı bulunmaktadır ve darbe öncesi ve sonrası kaçma iddialarına yönelik Bodrum’da evinin fotoğraflarını paylaşarak Türkiye’de Bodrum’da ikamet ettiğini kamuoyuna duyurmasına ve gözaltına alınacağı tarihe kadar kolaylıkla Yunanistan’a kaçabilecek imkanı olmasına rağmen kaçmayarak Bodrum’da ikametgahında yaşamaya devam etmiştir.
14- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Değerlendirmeleri
Nazlı Ilıcak’ın Çalıştığı Medya Grupları İle İlgili Değerlendirmeler:
AİHM, Aralık 2013’te hükümetin belirli üyelerine yöneltilen yolsuzluk iddialarının yanı sıra hükümet tarafından tepki olarak alınan tedbirlerin -adli polis ve yargıçların görevden uzaklaştırılması- bu iddiaların, bu iddialar ve özellikle haklarında disiplin veya adli kovuşturma başlatılması- kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışıldığı ilgili TBMM Komisyonu ve hatta TBMM Genel Kurulu’nda bu konularda tartışmalar yaşandığı, dolayısıyla hükümetin diğer devletlerle olan ticari ilişkileri ve yolsuzluk iddialarının sadece terör örgütü olarak suçlanan Gülen Hareketi mensupları tarafından değil toplumun tüm kesimlerince yoğun bir şekilde konuşulup tartışıldığının altını çizmektedir. Hatta tüm ulusal ve uluslararası basında, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarında ve kamuoyunun büyük bir bölümünde o dönemde muhalefette olanlar da dahil olmak üzere siyasi partiler tarafından hükümete yönelik olarak bu tür yolsuzluk suçlamaları yöneltilmektedir.
Bu çerçevede Nazlı Ilıcak’ın çalıştığı gazetecilik faaliyetini yürüttüğü medya organları olayların yaşandığı tarihte tamamen yasal olarak faaliyet gösteren kitle iletişim araçları niteliğindedir ve Nazlı Ilıcak’ın yazılarının ve faaliyetlerinin içeriği ve niteliği dikkate alınmadan sadece bu yayın organlarında çalışıyor olmasından dolayı terör örgütüne üye olduğu yönündeki iddiaların haklı bir yani bulunmamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu bağlamda, profesyonel yaşamının olağan seyri içinde, bir siyasi haber gazetecisinin medyadaki tartışmalar için ilgili bilgileri kamuoyuna bildirmesinin işinin ve görevinin bir parçası olduğunu hatırlatmaktadır.
Başvurucu Nazlı Ilıcak; 17-25 Aralık 2013 tarihlerindeki olaylarla ilgili makalelerini ve röportajlarını yayınlayarak, diğer tüm gazeteciler gibi, kamu yararına ilişkin tartışmalara ilişkin çeşitli bakış açılarını, aksine görüşleri de dahil ederek hükümetin bu olaylar içerisindeki konumu ile ilgili kamuoyunu bilgilendirme rolünü yerine getirmiştir.
Kaldı ki Aralık 2013’te bazı hükümet üyelerinin akrabalarına yönelik suçlamada bulunan polis ve hakimler, söz konusu zamanda terör örgütüne üye olmakla suçlanmamışlardır. En fazla hükümete muhalif bir grubun parçası olarak ve daha sonra açığa alınan memurlar olarak kabul edilmektedirler.
Başvurucu Nazlı Ilıcak’ın görüştüğü ve röportaj yaptığı polislerin (Ali Fuat Yılmazer, Ramazan Aktaş, Zekeriya Öz vs kastediliyor) daha sonra örgüt üyesi olmakla suçlanmış olmaları, bu röportajların yayınlandıkları tarihte gazetecilik bilgisi ve haber değeri taşıdığı ve kamuoyunu ilgilendiren bir tartışmaya katkıda bulunduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
Ayrıca İnsan Hakları Mahkemesi, ilgili makamların ve Türk hükümetinin, yasadışı örgüt olarak iddia edilen Gülen Hareketi’nin gerek başvurucu Nazlı Ilıcak ve gerekse diğer gazeteci ve köşe yazarlarından, hükümet aleyhine rapor ve belge yayınlamalarını, bir şiddet kampanyasının hazırlanmasına ve yürütülmesine veya meşrulaştırılmasına katkıda bulunma amacını taşıyan bir emir veya talimat talep ettiğine veya talimat verdiğine dair herhangi bir gerçek veya somut bilgiyi ileri süremediklerini kaydetmektedir.
Sonuç olarak AİHM, kamu yararını ilgilendiren konular üzerinde makaleler yazması ve röportajlar yapmasının ve belli kitle iletişim organlarında çalışıyor olmasının mevcut davada terör örgütüyle ilişkili olarak çalıştığı sonucunu doğurmadığına vurgu yapmaktadır.
Nazlı Ilıcak tarafından yayınlanan tweetlere ilişkin değerlendirmeler
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay 16. Ceza Dairesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından Nazlı Ilıcak hakkında verilen kararlarda, kendisinin 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden bir gün sonra yayınladığı ve terör örgütü ile ilişkili olan tweetlere dayanıldığı görülmektedir. AİHM’e göre öncelikle söz konusu tweetlerin yayınlandıkları tarihte makul olarak ceza kanunu tarafından cezalandırılabilecek bir suç oluşturup oluşturamayacaklarını tespit etmek gerekmektedir.
Söz konusu tweetleri üç gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan ilki, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin komutasının hangi siyasi grup veya güçlerin başında olabileceği sorusuna ilişkin düşünceleri içeren tweetler, ikincisi Nazlı Ilıcak’ın darbe girişimi sonrasında terör örgütüne karşı mücadelede idari ve adli makamlar tarafından alınan tedbirlere ilişkin görüş ve eleştirilerini içeren mesajları, üçüncü tweet grubu ise, başvurucunun darbe girişimi öncesi ve sonrasında siyasi iktidarın izlediği politikalara ve destekçilerinin kamuoyu önünde sergilediği davranışlara yönelik mesaj ve tweetlerdir.
İlk olarak AİHM, bu tweet’lerin, siyasi bir köşe yazarı olan başvuranın, kamuyu ilgilendiren sorularla ilgili çeşitli kamusal tartışmalara müdahalelerini içerdiğini kaydetmektedir. Siyasi nitelikteki haberler ve özellikle darbe girişimi hakkında ilgili kişinin değerlendirmelerini, değer yargılarını veya hükümetin çeşitli eylemlerine yönelik eleştirilerini ve ayrıca alınan idari veya adli tedbirlerin yasallığı ve meşruluğuna ilişkin görüşlerini içeren bu tweetlerin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu tweetlerde; 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Gülen Hareketi veya diğer siyasi grupların buradaki sorumluluğu, hükümete yakın çevrelerin bu girişime tepkileri, hükümetin terör örgütüne karşı aldığı tedbirlerin gerekliliği ve orantılılığı ya da yasadışı örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişilerin kendilerine yöneltilen suçlamaların esasına itiraz etmek amacıyla dile getirilen görüşleri içeren mesajlar niteliğindedir.
AİHM, bu yazıların ne terör suçlarının işlenmesine teşvik, ne şiddet kullanımına destek, ne de meşru makamlara karşı ayaklanmaya teşvik içermediğini gözlemlemektedir. Başvuran, bazı mesajlarında görüşlerini ifade etmiş ve bir yandan hükümetin darbe girişiminden önce demokrasi kurallarına uymadığını, diğer yandan da hükümetin veya onun sempatizanlarının karşı misillemeler yaptığını ileri sürmüştür.
Hükümetin, darbe girişiminden sorumlu tuttuğu kişilere karşı başlatmış olduğu mücadele demokratik yönetim çerçevesini aşmıştı. Nazlı Ilıcak’ın bu mesajların hiçbiri, başvuran tarafından darbenin meşruiyetinin kabulü olarak makul bir şekilde okunamaz. Kayıtlar, başvuranın hükümeti eleştirmesinin yanı sıra darbeye karşı mesajlar da yayınladığını göstermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başvuranın darbe girişiminin olası faillerinin kimliğine ilişkin sorularının ve hükümetin muhalefeti bastırmak için böyle bir durum yaratabileceği varsayımının ifade özgürlüğünün sınırları içinde kaldığı kanaatindedir. Bu sorgulama, kamuoyunun bir çatışma veya gerilim durumuna farklı bakış açıları hakkında bilgi sahibi olma hakkına sahip olmasını gerektirir.
Nazlı Ilıcak’a İsnat Edilen Diğer Suçlamalar Hakkındaki Değerlendirmeler
AİHM, yukarıda esas olarak Nazlı Ilıcak’ı çalıştığı medya organları ve darbe ile ilgili olarak atmış olduğu tweetler dışında kendisi hakkında yapılan diğer suçlamalar hakkında da hukuki incelemeler yapmıştır.
Bu çerçevede Nazlı Ilıcak’ın basında çalışan ve daha sonra cezai takibata konu olan kişilerle yaptığı telefon görüşmeleri, bu görüşmelerin içeriğinde herhangi bir suç unsuru bulunmadığından, gazetecinin meslek hayatının normal seyrine uygun bir davranış şekli olduğundan dolayı suç oluşturan eylemler olarak kabul edilemez.
Nazlı Ilıcak’ın çalışmış olduğu medya organlarından almış olduğu maaşlara tekabül eden belgelerin tutarlarının olağan ve yaygın doğası göz önüne alındığında profesyonel bir gazeteci ile işverenleri arasındaki normal bir ücretlendirme olarak görülmesi gerekmektedir.
Nazlı Ilıcak’ın evinde yapılan aramada ayrıca not defterine el konulması ve bu not defterinde darbe girişiminden önce gazeteciler, emniyet müdürleri ve yargıçlar hakkındaki davalar veya güncel siyasi veya adli olaylarla ilgili isimler ve tarihler içermesi karşısında buradaki notların da bir gazetecinin olağan faaliyetlerinin bir parçası olduğunu teyit etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ayrıca, Bylock iddiasına ilişkin olarak üçüncü şahıslar arasında yapılan bir konuşmada Nazlı Ilıcak’ın isminin geçiyor olması ve kendisinin nüfuz sahibi bir kişi olarak belirlenmesinin, başvuranın yasadışı bir örgüte üyeliğinin makul bir göstergesi olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir.
Sonuç olarak, yukarıda belirtilen gerçekler, Nazlı Ilıcak’ın bir terör örgütüne üye olmaktan veya anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekten suçlu olduğundan şüphelenmek için makul nedenlerin varlığının tespit edilmesi için uygun görülemez.
Bu bulgular ışığında AİHM, tutukluluğu sırasında, Nazlı Ilıcak’ın bir terör örgütüne üye olma veya hükümeti devirmeye teşebbüs etme veya devletin işleyişini engelleme suçlarını işlediğinden şüphelenmek için makul bir neden bulunmadığı kanaatindedir. Başka bir ifade ile davaya ilişkin olgular, davaya ilişkin makul şüphelerin bulunduğu sonucunu desteklememektedir.
Evet AİHM’in Nazlı Ilıcak’ın yargılandığı davada Türkiye’yi mahkum eden kararı hakkındaki hukuki değerlendirmeler bu şekilde. Dileğimiz, bir an önce bu cinnet sürecinin sona ererek Türkiye’nin bütün enerji ve motivasyonunu tüketen bu mafya devlet düzeninin sona ermesi ve haksızlığa uğrayan tüm vatandaşların tekrar onurlu birer Türk vatandaşı olarak haklarına kavuşabilmeleridir.
Meriç’i geçip mahsur kalan 17 kişi donmamak için acil yardım istedi